21 Nisan 2017 Cuma

John Freely'nin ardından




Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü'nün efsane hocalarından Prof. John Freely’nin vefatını dün teessürle öğrendim.


Kendisinden bilim tarihi ve astronomi ile ilgili iki ders alma şansına sahip olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Ders haricinde de sayısız hatıralarımız vardır. Şu dünyada gidenin ardından hatıralardan başka birşey kalmadığı için bir iki tanesini yad etmek isterim.

Öğrencilik zamanımda Beşiktaş’ta vapurdan indikten sonra doğrudan okulun kapısına giden Hisarüstü otobüsleri yerine biraz aylaklıktan ayak diretip Bebek’ten geçen otobüslere binerdim ve Bebek kapısından girip korunun içinden yavaş yavaş yokuş yukarı Güney Kampüs’e yürürdüm. İşte aynı saatlerde havuzun yanına park etmiş olan bordo renkli bir Renault dikkatimi çekerdi zira bu arabanın direksiyonu sağ taraftaydı, nasıl olmuş, nereden Türkiye’ye gelmiş merak ederdim. Bu arabayı kullanan pamuk sakallı ihtiyar ile sık karşılaşırdık ve bazen yokuş yukarı yürürken beni gördüğünde durup yukarı kadar atardı.

Bu kısa sohbetlerden 40 yılı aşkın süredir Arnavutköy’de oturduğunu, İrlanda asıllı olduğunu, dedesinin bir savaşta Türklere esir düştüğünü, İstanbul’a getirilip gördüğü iyi muameleden ve İstanbul’dan etkilendiğini, geri döndüğünde bu güzel şehir ile alakalı bir sürü kitap getirdiğini, kendisinin çocukluğunun bu kitapları okuyarak İstanbul’u merak etmekle geçtiğini öğrenmiştim.

Astronomi’ye Giriş ve Bilim tarihi derslerinden birinde Keppler’in ilk güneş sistemi modellerinden olan iç içe geçmiş 5 platonik katı ve bunların küreleri modelini anlatmıştı ve işin ilginci bu modelin gezegenlerin güneşe olan mesafeleri için hiç de kötü sonuç vermediğini söylemişti. Merakımı celb eden bu konuyu biraz sorduğumda “oranları hesaplayıp gerçek yörüngelerle kaşılaştır, bir dönem ödevi olarak getir, doğrudan AA vereyim” dedi. Dediği gibi yaptım ve notu kaptım. Lisans’ta aldığım çok ender AA’lardan biri olduğu içn unutmam bu hatırayı.

Bu güzel dersleri ruhsuz ve sevimsiz beton yığını kuzey kampüsün basık bir binasında yapardık, o da elbette bunun farkında olduğundan bir seferinde camdan dışarı bakıp bundan daha güzel hapishanelerde kamışlığım vardır demişti. Muhtemelen İkinci Dünya Savaşı hatıralarından biri gözünde canlanıyordu. Bir seferinde yine özel bir ders arası sohbette o günlerde toplumun önemli bir mevzuya karşı kayıtsız kalması ve Galatasaray’ın bir maçı kadar ilgi görmemesinden yakındığımda bu hiç değişmez dedi ve hatıralarından birini paylaşmıştı benimle: "Çin’de ismini bilmediğim bir yerlerde bir kamyonun arkasında uyuyordum, komutanlardan biri ayağıma bir tekme atıp: “Wake up soldier, the f**ng war is over!” diyerek neşeyle bir gazetenin ilk sayfasını gösterdi. Gazetenin birinci sayfasında kocaman atom bombası resmi ve Japonya’nın teslim oluşu haberleştirilirken diğer yarısında aynı büyüklükte New York Yankees’in beyzbol maçı ile alakalı bir haber vardı. 😊

Galatasaray demişken semt olan Galatasaray’daki “karıncaezmez” dolmuş şoföründen şehrin envai çeşit orjinal tipini, arka sokaklarını her detayını bilirdi. 40’a yakın kitabından bir tanesi fizik ile alakalıdır, diğerleri İstanbul tarihi, gezi rehberleri, vs... Kafamızda hayal ettiğimiz, düşüncelerimize, inançlarımıza uydurmak istediğimiz, geçtiğimiz onyıllar boyunca renklerini teker teker sildiğimiz İstanbul’u değil, hayallerimizin ötesinde renkli, zengin ve GERÇEK İstanbul’un yazarıydı. Bu bağlamda benden çok daha İstanbul’lu idi diyebilirim. Haberin başlığı çok güzel seçilmiş: “İstanbul’un hafızası hayatını kaybetti”.

Biraz mizahi bir son hatıra olarak bu onu ilk kaybedişim değil esasında: Lisans öğrenciliğimin artık son yıllarında John Freely’yi belli bir süredir görmüyordum ve merak da etmiştim. Sonra bir şekilde öldüğü haberi yayıldı ve bu nasıl bir bölümdür, hiç haberimiz olmaz diye yaygarayı koparmaya başlamıştım ki hocayı güney kampüste yürürken gördüm. Bir parça rahatsızdı muhtemelen, baston kullanmaya başlamıştı. Koşarak yanına gittim, neşe ile elini öptüm filan şaşırdı, iyisiniz inşallah filan espri ile karışık öldü dediler hocam sizin için dedim. Yine zengin tarih bilgisi ile Ortaçağ’dan ismi “yarı-ölü” anlamına gelen bir adamın hikayesini anlattı. Biraz ona benzedim sadece diye bitirdi...

Bu seferki rivayetin de böyle neşeli bitmesini isterdim...

Orjinal ve güzel bir adamdı vesselam. Benim ömrümden daha uzun zamandır İstanbul’da olmasına rağmen Türkçe konuşup konuşmadığını hala benim için bir muammadır. Bilen varsa da öğrenmek istemem, bazı şeyler sır olarak kalsın...

Güle güle hocam,
Güle güle hemşehrim,
Emekleriniz için müteşekkirim...