Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü'nün efsane hocalarından Prof.
John Freely’nin vefatını dün teessürle öğrendim.
Kendisinden bilim tarihi ve astronomi ile ilgili iki ders
alma şansına sahip olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Ders haricinde de
sayısız hatıralarımız vardır. Şu dünyada gidenin ardından hatıralardan başka
birşey kalmadığı için bir iki tanesini yad etmek isterim.
Öğrencilik zamanımda Beşiktaş’ta vapurdan indikten sonra
doğrudan okulun kapısına giden Hisarüstü otobüsleri yerine biraz aylaklıktan
ayak diretip Bebek’ten geçen otobüslere binerdim ve Bebek kapısından girip
korunun içinden yavaş yavaş yokuş yukarı Güney Kampüs’e yürürdüm. İşte aynı
saatlerde havuzun yanına park etmiş olan bordo renkli bir Renault dikkatimi
çekerdi zira bu arabanın direksiyonu sağ taraftaydı, nasıl olmuş, nereden
Türkiye’ye gelmiş merak ederdim. Bu arabayı kullanan pamuk sakallı ihtiyar ile
sık karşılaşırdık ve bazen yokuş yukarı yürürken beni gördüğünde durup yukarı
kadar atardı.
Bu kısa sohbetlerden 40 yılı aşkın süredir Arnavutköy’de
oturduğunu, İrlanda asıllı olduğunu, dedesinin bir savaşta Türklere esir
düştüğünü, İstanbul’a getirilip gördüğü iyi muameleden ve İstanbul’dan
etkilendiğini, geri döndüğünde bu güzel şehir ile alakalı bir sürü kitap
getirdiğini, kendisinin çocukluğunun bu kitapları okuyarak İstanbul’u merak
etmekle geçtiğini öğrenmiştim.
Astronomi’ye Giriş ve Bilim tarihi derslerinden birinde
Keppler’in ilk güneş sistemi modellerinden olan iç içe geçmiş 5 platonik katı
ve bunların küreleri modelini anlatmıştı ve işin ilginci bu modelin
gezegenlerin güneşe olan mesafeleri için hiç de kötü sonuç vermediğini
söylemişti. Merakımı celb eden bu konuyu biraz sorduğumda “oranları hesaplayıp
gerçek yörüngelerle kaşılaştır, bir dönem ödevi olarak getir, doğrudan AA vereyim”
dedi. Dediği gibi yaptım ve notu kaptım. Lisans’ta aldığım çok ender AA’lardan
biri olduğu içn unutmam bu hatırayı.
Bu güzel dersleri ruhsuz ve sevimsiz beton yığını kuzey
kampüsün basık bir binasında yapardık, o da elbette bunun farkında olduğundan
bir seferinde camdan dışarı bakıp bundan daha güzel hapishanelerde kamışlığım
vardır demişti. Muhtemelen İkinci Dünya Savaşı hatıralarından biri gözünde
canlanıyordu. Bir seferinde yine özel bir ders arası sohbette o günlerde
toplumun önemli bir mevzuya karşı kayıtsız kalması ve Galatasaray’ın bir maçı
kadar ilgi görmemesinden yakındığımda bu hiç değişmez dedi ve hatıralarından
birini paylaşmıştı benimle: "Çin’de ismini bilmediğim bir yerlerde bir kamyonun
arkasında uyuyordum, komutanlardan biri ayağıma bir tekme atıp: “Wake up
soldier, the f**ng war is over!” diyerek neşeyle bir gazetenin ilk sayfasını
gösterdi. Gazetenin birinci sayfasında kocaman atom bombası resmi ve
Japonya’nın teslim oluşu haberleştirilirken diğer yarısında aynı büyüklükte New
York Yankees’in beyzbol maçı ile alakalı bir haber vardı. 😊
Galatasaray demişken semt olan Galatasaray’daki
“karıncaezmez” dolmuş şoföründen şehrin envai çeşit orjinal tipini, arka
sokaklarını her detayını bilirdi. 40’a yakın kitabından bir tanesi fizik ile
alakalıdır, diğerleri İstanbul tarihi, gezi rehberleri, vs... Kafamızda hayal
ettiğimiz, düşüncelerimize, inançlarımıza uydurmak istediğimiz, geçtiğimiz
onyıllar boyunca renklerini teker teker sildiğimiz İstanbul’u değil,
hayallerimizin ötesinde renkli, zengin ve GERÇEK İstanbul’un yazarıydı. Bu
bağlamda benden çok daha İstanbul’lu idi diyebilirim. Haberin başlığı çok güzel
seçilmiş: “İstanbul’un hafızası hayatını kaybetti”.
Biraz mizahi bir son hatıra olarak bu onu ilk kaybedişim
değil esasında: Lisans öğrenciliğimin artık son yıllarında John Freely’yi belli
bir süredir görmüyordum ve merak da etmiştim. Sonra bir şekilde öldüğü haberi
yayıldı ve bu nasıl bir bölümdür, hiç haberimiz olmaz diye yaygarayı koparmaya
başlamıştım ki hocayı güney kampüste yürürken gördüm. Bir parça rahatsızdı
muhtemelen, baston kullanmaya başlamıştı. Koşarak yanına gittim, neşe ile elini
öptüm filan şaşırdı, iyisiniz inşallah filan espri ile karışık öldü dediler
hocam sizin için dedim. Yine zengin tarih bilgisi ile Ortaçağ’dan ismi “yarı-ölü”
anlamına gelen bir adamın hikayesini anlattı. Biraz ona benzedim sadece diye
bitirdi...
Bu seferki rivayetin de böyle neşeli bitmesini isterdim...
Orjinal ve güzel bir adamdı vesselam. Benim ömrümden daha
uzun zamandır İstanbul’da olmasına rağmen Türkçe konuşup konuşmadığını hala benim için bir muammadır. Bilen varsa da öğrenmek istemem, bazı şeyler sır olarak kalsın...
Güle güle hocam,
Güle güle hemşehrim,
Emekleriniz için müteşekkirim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder